Wednesday, 6 February 2013

Meet Zuzu.

Son günlerde blogu iyice dükkana çevirdim, farkındayım :)

Ama ürünler sayesinde zırt pırt bloga girince, yazasım da daha çok geliyor. Ürünler beni daha iyi bir blogger yaptı.

Yes.

Güne Zuzu'mla başlayın diye gecenin bu saatinde gevelemek geldi içimden.

Zuzu'yla resmi olarak tanışmadınız. Tanıştırayım.

Kendisi bir Ağustos gecesi eşimin kullandığı arabanın önüne atlıyor. Gece ağzından kanlar gelerek eşimin kucağında acı içinde bağıran kediyi görünce kapıda, neler hissettiğimi anlatamam. Gerçekten beceremem anlatmayı, sanmıyorum.


24 saat açık veterineri Kadıköy'de bulup apar topar gidiyoruz.

Kimse umutlu konuşmuyor.

Üzerinden iki tekerlek geçmiş, umutlu olunacak bir durum olduğunu ben de düşünmüyorum. Karı-koca şoktayız.

O gece orada kalıyor, ilk müdahalesi yapılıyor, iç kanama için enjeksiyon, nefesi için oksijen veriyorlar vs.

Ertesi gün kendi veterinerimizi arayıp anlatıyoruz durumu. Görmemiz lazım diyorlar haklı olarak.

Zaten gece götürdüğümüz kliniğe gittiğimizde dünyadan bihaber insanlar karşılıyorlar bizi. Sorduğumuz sorulara cevap bile veremiyorlar. Yaptıkları işlemleri yazılı olarak istiyoruz ki kendi veterinerimize bilgi olsun, ama bunu bile yarım ağız, salla pati bir şekilde veriyorlar bize.

Borcumuzu ödeyip, kaçıyoruz oradan. Doğruca kendi veterinerlerimize gidiyoruz.



Orada gerekli müdahaleler yapılıyor, röntgeni çekiliyor vs.

Sonra biraz zor bir dönem bizi bekliyor.

Çünkü Zuzu felç kalıyor. Ama veterinerimiz daha ilk günden bize şunu söylüyor "Bu çocuk toparlar, 1-2 aya kalmaz tekrar yürür." 

Karşınızda ön patileriyle sürünerek ilerleyebilen, çişini kakasını bilinçsizce altına yapan ve bundan inanılmaz rahatsız olan bir hayvan var. Ama en azından nefes alışları düzeldi. Umutlanıyoruz. Yeter ki yaşasın, yürüse de yürümese de bakarız biz ona.

Her gün bize çok da yakın olmayan vetimize yolculuğa çıkıyoruz, eşim işten geliyor, arabadan dahi inmeden ben Zuzu'yla biniyorum ve gidiyoruz. Bir kaç saat orada kalıyoruz, tedavileri yapılıyor ve dönüyoruz.

Tam da Sushi'min doğum yaptığı dönem. Evin her yeri dolu. Ayakkabılığın olduğu evin girişinde minicik bir alan var. Orada bakıyoruz Zuzu'ya. Kimse gelmesin istiyoruz eve, oğlumuzun rahatı bozulmasın. Bir de "yuh artık, evin girişinde bile kedi mi bakıyorsunuz?" demesinler. Kendimiz de gülüyoruz halimize :)



Bir buçuk ay gibi komik bir sürede Zuzu yürümeye başlıyor. İnanılır gibi değil.

2-3 ay kadar sonra sadece kuyruğu çalışmıyor, ama onun dışında hiçbir sıkıntısı kalmıyor.

Çok kısa bir süre sonra kuyruk da tepki vermeye başlıyor.







Mucize demek isterdim ama değil.

Eğer eşim çarptıktan sonra basıp eve gelseydi ve o hayvan yolu sürünerek geçip, 2-3 ay kadar yol kenarında uzansaydı, ve tabii gökten yemeği düşseydi, kaka yaptığında mucizevi bir şekilde yara olmasın diye poposu temizlenseydi ve en önemlisi hiçbir tıbbi yardıma ihtiyaç duymaksızın kendi kendine iyileşseydi mucize olurdu, evet.

Çünkü bir hayvana arabayla çarptığınızda değil, onu alıp bir veterinere götürmediğinizde öldürüyorsunuz. Bilinçsizce çarpıyorsunuz ama bilerek öldürüyorsunuz. 

Ben bir taksinin bir yavru köpeğe çarpıp, aracından inip, arabasına bir şey oldu mu diye bakıp, hiçbir şey olmamış gibi binip gittiğini bile gördüm gözlerimle.

Şu anda Zuzu, 3 kilodan 5 kiloya çıkmış, sağlıklı, atletik ve kısırlaştırılmış bir erkek kedi. Deyim yerindeyse sapasağlam.

Geçenlerde zatürre olmayı başardı ve bizi yine biraz üzdü ama şu anda gayet iyi durumda. Tedavisi devam ediyor. Dışarı çıkması yasak.

Ve ben eşime hep aynı şeyi söylüyorum;


"Doğru arabanın önüne atlamış!"



peace

nora